Alevi İnancında Hayvan Sembolizmi: Kul Himmet Örneği
GİRİŞ
En kısa tabirle sembol kavramı “üzerine soyut bir anlam, bir düşünce yüklenmiş somut bir şey”
(Aytaç, 2016: 323) olarak tanımlanır. Bu bakımdan -çalışmamız sınırlarında- sembolizm kavramını ise bir
şeyin kendi anlamının sınırlarını aşıp başka anlam ya da anlamlara tekabül edecek şekilde işlenmesiyle oluşan
simgesel anlatım biçimleri olarak tanımlamak mümkündür. İnsan zihninin çok katmanlı yapısının bir sonucu
olarak karşımıza çıkan sembolizm kavramı, genel olarak inançlar ve kültürler ile yoğrularak zaman içinde
birincil anlamının ötesine çıkar ve ihtiyaçların karşılanmasını kendine amaç edinir. Bu kavram, inanç ve
kültürler için vazgeçilmez bir olgudur. Bünyesinde barındırdığı girift, derin ve özgün anlamlar aracılığıyla
kültürel birikimlerin yalınlaştırılmış bir şekilde aktarılmasına aracılık eder.
Hayvanların tabiatta varoluş biçimleri ve içgüdüsel davranışlarının insan yaşantısında önemli etkileri
bulunur. Doğrudan beslenme biçimi olarak hayvansal ürünlerden faydalanma, ulaşım imkânlarının arttırılması
doğrultusunda hayvanı bir binek aracı olarak kullanma ya da insan iş gücünün azaltılması doğrultusunda
tarımsal işlerde kullanma, hayvanın tabiatta varoluş biçimleri bağlamında ele alınabilir. İkinci kategori ise
hayvanın içgüdüsel davranışlarının insan yaşantısına doğrudan yahut dolaylı etkileridir. Bu kategoride genel
olarak insanın evcilleştiremediği, hayvandan görüntü, güç, hız, avlanma vs. özellikleri doğrultusunda ilham
aldığı yahut onu taklit ettiği durumlar ön plana çıkar. Her iki kategoride de söz konusu olan etkilenme zamanla
sembolik bir değere ulaşmış, insan yaşantısının birçok alanında kendine yer bulmuştur.
Asırlardan beri tarih sahnesinde kendine yer bulan Türklerin ilk mesken tuttukları yerlerin bozkır
iklim örtüsüyle çevrili Orta Asya toprakları olduğu bilinmektedir. Bu iklim örtüsünün tarımsal faaliyetlerin
yoğun bir şekilde yapılmasına olanak sağlamayıp daha çok hayvancılık faaliyetlerine imkân sağladığını
belirtmek mümkündür. Bu bakımdan Türkler, yaşamsal ihtiyaçlar dâhilinde hayvancılık ile erken bir tanışma
dönemi içerisinde olmuşlardır. Bu durum ise Türk kültüründe hayvanların önemli boyutlarda işlenmesine
vesile olmuştur. Tüm bunlar dışında tabiat ile yakın bir ilişki içerisinde olan Türkler, dünyayı anlama ve
algılama çabasının bir sonucu olarak kültler etrafında şekillenen ve Türk mitolojisinin temel ögeleri
konumunda olan hayvan simgeselliğine sıklıkla yer vermişlerdir. Her şeyden önce, erken dönem Türk
tasavvurunda ruh, küçük bir hayvan olarak algılanmıştır. Bu konu ile ilgili olarak J. P. Roux şunları belirtir:
“…insanlarda bulunan ruhların biçimlerini kesin olarak belirlemek oldukça güçtür. Bununla birlikte kuş biçimli
ruhun baskın olduğuna inanmamıza yetecek kadar belge vardır. Birçok çağdaş öykü, insanların insan olarak
dünyaya gelmeden önce gökte kuş biçiminde bulunduklarını söyler. Genel olarak Yakutlar çocuğun ruhunu
gökten getirdiğine inanılan bir tanrıçadan söz eder. Başkaları fazla açıklık getirmeden ruhun çekingen, küçük
bir hayvan olduğunu söyler.” Roux, devamında Türklerde ruh algısının birtakım değişim ve dönüşümler
geçirdiğini ancak varlığını kaybetmediğini Dede Korkut hikâyelerinden örnek vererek açıklar. Deli Dumrul
hikâyesinde Azrail Deli Dumrul’un ana-babasının canını aldığında iki güvercin gökyüzüne doğru yol alır
(Roux, 2005). Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi adlı çalışmasında Türklerin dünya algısında hayvanların ne
derece önemli olduğunu şöyle belirtmiştir: “Diğer milletler gibi dünyanın bir hayvan üzerinde durduğuna
inanmışlardır. Bilhassa İslamiyet’in Orta Asya’ya etkilerinden sonra, yüksek kültüre sahip Türkler arasında
dünyanın bir öküzün boynuzu üzerinde durduğuna dair inanışlar umumileşmiştir. Altaylılar dünyayı üç balığın
taşıdığına inanmışlardır.” (Ögel, 1971: 442-443).
“Türk kültüründe yapılan araştırmalar sırasında elde edilen materyallerden özellikle at, kartal, koç ve
koyun gibi hayvanların birer millî sembol hâline geldikleri anlaşılmaktadır. Arslan, Simurg, Garuda, Ejderha
gibi mitolojik olan ya da olmayan bir kısım hayvanlar ise büyük oranda yabancı kökenlidir. Bununla birlikte bu
hayvanlar birer sembol olarak yaygın bir şekilde Türk sanatında kullanılmış, Türk sanatı ve kültürünün malı
hâline gelmişlerdir.” (Çoruhlu, 2015: 165).
Orta Asya Türk coğrafyasında ve Anadolu’da mağara duvar resimlerinde, kurganlarda; yaban
keçilerinin, geyiklerin, aslanların, yılanların çeşitli kuşların resimlerine ve stilize edilmiş biçimleriyle kemer
tokasından kap kacağa, mumluklardan küpelere kadar pek çok eşyadaki çizimlerine, kabartmalarına ve üç
boyutlu heykelciklerine sıkça rastlanmaktadır. Geniş bir coğrafyayı ve birçok kültürü etkilemiş olan Şamanizm
başta olmak üzere pek çok inanç sisteminde, hayvanlara duyulan saygı ve onları kültleştirmek, onlardan
edinilmiş tüy, diş, pençe vb. parçalarla fetiş unsurları yaratıp onlardan güç devşirmek çeşitli biçimleriyle yer
almaktadır (Deveci, 2021).
Türklerde hayvanlarla ilgili önemli bir diğer örnek de on iki hayvanlı Türk takvimidir. Bu takvim,
Türklerin gözlemlerinden yola çıkarak çeşitli hayvanlar çevresinde sembolleştirdikleri sistemler bütününü,
zaman ölçü birimine dönüştürmesiyle ortaya çıkmıştır. Türk kültür ve uygarlığı için önemli bir miras
konumunda olan bu takvim, asırlar boyunca Türkler tarafından kullanılmıştır. Bu takvime göre “Türkler on iki
çeşit hayvanın adını alarak on iki yıla ad olarak vermişlerdir; çocukların yaşlarını, savaş tarihlerini ve daha
başka şeyleri hep bu yılların dönmesi ile hesap ederler.” (Kaşgarlı, 2018: 344).
Türk kültüründe hayvan sembolizminin sınırlarının çok geniş ölçülerde bulunması ve bu durumun
çalışmamızın sınırlarını aşacak olması sebebiyle hayvan sembolizmine ana hatlarıyla değinilmiştir. Genel olarak hayvan sembolizmi, Türklerde bozkır kültürü ile başlamış; dinî, mitolojik, kültürel tasavvurlara nüfuz
etmiş, Türklerin farklı coğrafyalarda boy göstermesi ve farklı inançlarla tanışması sebebiyle bu konu, senkretik
bir yapıda olma özelliği kazanmıştır. Hayvan sembolizminde en önemli gelişme ise Türklerin İslami inanca
mensup olması ile yaşanmıştır. Bu minvalde Kul Himmet’in eserlerinde hayvan sembolizminin yoğun bir
şekilde karşımıza çıktığı görülmüştür. Söz konusu eserlerdeki hayvan sembolizmine geçmeden önce Kul
Himmet’in hayatı hakkında genel bilgiler verilecektir.
Hakkındaki ilk bilgilere Mehmed Fuad Köprülü vasıtasıyla ulaştığımız “...Mesela Hatâyî, Kul Hikmet
(Himmet), Rumuzî, Velî Baba ve daha birçokları Hurufiliği ve Fazlûllah-ı Astarabadî’nin uluhiyetini kabul
etmiş oldukları gibi…” Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Varzıl Görümlü Köyü’nde doğduğu bilinmektedir
(Köprülü, 2007).
Kul Himmet’in yaşadığı zaman hakkında kesin sonuçlar içeren bir belge bulunmamaktadır. Fakat
birtakım çıkarımlar sayesinde Kul Himmet’in “şiirlerinde sıkça işlediği İran şahı Tahmasb (1524-1576) ve
Abbas (1587-1628)” (Aslanoğlu, 1997: 7) dönemlerinde yaşadığı tahmin edilmektedir.
Tarih olarak Kul Himmet’in yaşadığı dönem, resmî tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun en ihtişamlı
zamanı görünmesine karşın oldukça karışık ve bunalımlı bir dönem olarak görülmüştür. “Özellikle Safeviler ile
Osmanlı arasında geçen savaşlar, Anadolu’daki şah taraftarlarını da bu düzene karşı cephe almaya sürüklemiş;
üstelik bu kesimlere Osmanlı’nın şiddetle yaklaşması tepkinin boyutunu daha da genişletmiştir.” (Turan, 1994:
11). 16. asrın ikinci yarısına denk gelen bu dönemde aralarında Kul Himmet’in de bulunduğu Alevi inancına
mensup şairler; bir önceki asrın toplumsal, siyasi baskı ve yasakları sebebiyle oluşan fikirsel durgunluğu bozup
Alevi kültürünü canlandırmışlardır. Ayrıca bu dönem, Alevi kültürünün ana hatlarının belirginleştiği bir zaman
dilimi olarak geçmektedir.
Yaşadığı dönemde belli bir üne sahip olan ve öldükten sonra da şöhreti artan şair, Alevi kültürünün en
önemli değerlerinden biridir. “Ona karşı gösterilen bu muhabbet özellikle Alevî-Bektaşî geleneğine ait cönk ve
mecmualarda şiirlerine sıkça rastlanmasından anlaşılmaktadır.” (Tek, 2016: 273). Şiirleri, günümüzde bile cem
törenlerinde deyiş niteliği taşımakta ve saz eşliğinde icra edilmektedir. Kul Himmet’in şiirleri dil özellikleri
bakımında oldukça sade ve akıcı olması yönüyle okur yazar olmayan halkça da idrak edilip benimsenmiştir.
Pek çok emsaliyle kıyaslandığında Arapça ve Farsça tamlamaları, yapmacık ve basit değil atasözleri kadar
olgun ve renkli bir şekilde kullanılmıştır. “Şiirlerinin çoğu didaktik olmakla beraber kuvvetli bir lirizm unsuru
da taşır.” (Gölpınarlı, 2013:33). Bu bağlamda, şairin “Goca (Koca)” sıfatıyla anılması, onun bilge kişiliğinin ve
halkın söylemek istediklerini ifade etme gücünün en büyük ispatıdır (Aslanoğlu, 1997: 8-12). “Ölümüyle ilgili
bilgiler kesin olmamakla birlikte, bir müddet kaçak yaşadığı ancak köyünde vefat ettiği düşünülmektedir.”
(Özcan, 2011: 7).
KUL HİMMET’İN ŞİİRLERİNDEN HAREKETLE ALEVİ İNANCINDA HAYVAN
SEMBOLİZMİ
Aslan
Aslan, mitolojik bir kimliğe sahip olup inançlarda yoğun bir şekilde görülen simgesel hayvanlardan
biridir. Aslan, çeşitli inanç yapılarında ekseriyetle gücü ve otoriteyi sembolize etmektedir. Bu açıdan aslan,
neredeyse Tanrısal vasıflar isnâd edilen bir kutsiyetle anılmıştır. “Eski Türk topluluklarından olan Altayların
Pazırık kurganlarından kazı çalışmalarıyla çıkan eserlerde aslan ve aslan grifon figürlerine sıkça rastlanmıştır.
Ortaya çıkan bulgular, Türklerin çok eski dönemlerden beri aslan motifini kullandığını göstermektedir.”
(Çoruhlu, 2014: 83). “Eski Türk inançlarından olan Şamanizm’de şamanlara gökyüzü ve yer altı
yolculuklarında aslanlar yahut kaplanlar yardım eder ve Hanname’de Uygur kağanları aslan namlarıyla
anılmaktadır.” (Alkan, 2005: 104-105). Bunların dışında aslanın güçle ilişkilendirilmesi ve ihtişamlı uzun
yelelerinin kudret sembolü olarak algılanmasından dolayı Türkler, aslana benzemeyi bir yiğitlik sembolü
olarak görmüşlerdir. Bu durum, Türklerde saç uzatma geleneğinde etkili olmuştur (Çoruhlu, 2014). Aslan
sembolizminin sık bir şekilde işlendiği inanç sistemleri ise Maniheizm, Budizm ve Mitraizm’dir. Örneğin;
“Budizm’de Buddha, don değiştirerek aslan biçimine girer, Sakya’nın Aslanı olarak anılır ve uyumaya gittiği
zaman duruşu aslanınkine benzer bir hâl alır.” (Çoruhlu, 2014: 86- 90).
Alevilikteki aslan tezahürü de Mitraizm1
inancındaki Mitra ile eş değer bir yapıda ilerlemektedir.
Hayvanlar ve mitik kimlikleri üzerine çalışmalar yapan Yaşar Çoruhlu bu konu ile ilgili olarak şunları
belirtmiştir: “Hz. Ali doğuda ve batıda çok yaygın olan (güneş veya güneş tanrısı) inancın İslam kültüründeki
yansıması (ayrıca aslan güneşin de temsilcisidir) olmuştur.” (Çoruhlu, 2014: 92-93). Alevi inancında aslan, Hz. Ali’yi sembolize etmektedir (Alkan, 2005). Karşımıza Allah’ın Aslanı
sıfatıyla çıkan Hz. Ali’nin bu sıfatı Alevilikte Miraç Olayı’ndan aldığını söylemek mümkündür: “…Hz.
Muhammed, Cebrail ile miraca çıktığında karşısına bir aslan çıkar ve sürekli kükrer. Hz. Muhammed aslanın
kükremesinden çekinir. Cebrail, Hz. Muhammed’in aslana bir nişan (yüzük) vermesini ister. Hz. Peygamber
aslanın ağzına yüzüğünü atar. (…) Hz. Muhammed Kırklar Meclisine girdiğinde Hz. Ali’yi ve Hz. Ali’nin
parmağında aslanın ağzına attığı yüzüğü görür ve aslanın Hz. Ali olduğunu anlar.” (Bozkurt, 2006: 13-19). Hz.
Ali’nin aslan sıfatı, Kul Himmet eserlerinde benzetme unsurundan yola çıkılarak sembolik bir yapıya
bürünmüş, Tanrı’ya olan yakınlığı vurgulanarak Zahirde bâtında kerem-kânısın/Zülfikar elinde hükm-i
ganisin/Tanrı'nın arslanı sırr-ı velisin/Ya Alî mürvettir mürvet ya Ali (Aslanoğlu, 1997: 76) * Peygamber
miraçta okurdu cevap/Bir aslan önüne geldi ne acep/Cebrail erişti görüştü habip/Allah medet yâ Muhammed
ya Ali Aslana borç verdiler ol hatemi/Ali'nin sırrına kimse yete mi/Münkirlere sürdüresin sitemi/Allah medet
yâ Muhammed ya Ali (Aslanoğlu, 1997: 69) mısralarıyla işlenmiştir.
Hz. Ali’nin sıfatlarından biri de Haydar’dır. Haydar, aslan ve yiğit, cesur kimse (Develioğlu, 2010:
399) anlamlarındadır. Hz. Ali, İslami âlemde adaleti, cesurluğu ve mertliği ile tanınmıştır. Bu bağlamda, yine
aslanın özellikleri ile Hz. Ali’nin özellikleri arasında bir benzetme durumu görülür. Ormanların kralı olan
aslan, cesurluğu ve adaleti ile nam salmıştır. Kul Himmet, Hz. Ali’nin bu özelliklerini Sid'e aslan göründü
felekte Ahmed'e/Anınçün dediler ana Esedullah Hayder (Aslanoğlu, 1997: 186) mısralarıyla belirtmiştir.
Böylelikle şair, mısralarına kattığı bu sembolik değerlerle eserlerini geniş bir anlam yelpazesi çerçevesinde
teşekkül ettirmiştir. Bu durum, şairin eserlerinin özgün ve renkli bir yapıda olmasının başka bir ifadesidir.
Alevilikte yazı resimleri sıklıkla görülmektedir. Resimler genellikle aslan figürlerini tasvir eder ve
resimlerin iç kısmında Hz. Ali’ye yahut Aleviliğe dair sözler bulunur. Kuşkusuz bu gelenekte resimlerin aslan
figürüyle dolu olması, Alevilerin Hz. Ali’ye verdiği değerin bir yansıması olarak karşımıza çıkar.
Alevi inancında mühim bir yere sahip olan Hacı Bektaş-ı Veli’nin menkıbelerinden biri geyik ve aslan
anlatısıdır. İnanışa göre Hacı Bektaş tahtında otururken bir yanına aslanı bir yanına da geyiği almıştır. Aklın,
yiğitliğin, barışçılığın simgesi olan bu durum, Hacı Bektaş’ın ulviyetinin önemli bir tasviridir.
At
Birçok inanç ve kültür sisteminde belirli kutsi nitelikler ile birlikte karşımıza çıkan ve sembolik
değerlere sahip hayvanlardan biri olan at, Alevi inancında da bahsi geçen bu özellikleri bünyesinde
taşımaktadır. Ayrıca, Alevi inancındaki at sembolizmi ile İslamiyet öncesi teşekkül eden inançlardaki at
sembolizmi arasında yakın bir bağ olduğunu söylemek mümkündür. Eski Türk inanç sistemlerinden biri olan
Şamanizm’de “şaman göğe Pura isimli bir atla yükselmektedir. Bu bağlamda, şamanın binip göğe yükseldiği at
İslamiyet’teki Burak adlı ata benzemektedir.” (Ögel, 1971: 164-231). Yakut Türklerinin Er Sogoth adlı
destanında, Er Sogoth isimli kahramanın savaşa giderken Kan Nehri’ni geçemediği ve zor bir durumda kaldığı
sırada sarı atı aracılığıyla uçarak ırmağı geçtiği belirtilir (Gültepe, 2012). “Moğollarda kâhinler tanrılarla
görüşmek amacıyla görünmez olabilen beyaz bir ata biner ve göğe çıkarlar. Moğollarda at, aynı zamanda
kahramanın kurtarıcısı ve silah arkadaşıdır. Kahramanla gerektiği zaman konuşur ve ona nasihatler verir.
Moğol inancına göre at uçarak kahramanı cehenneme götürür ve oradan geri getirir.” (Uraz, 1992: 340).
Alevi inancındaki at, kutsi bir değere sahiptir; özellikle atın asaleti, gücü, hızı gibi öne çıkan yönleri
bu kutsallığa erdirilmesinde etkili olmuştur. Bunların yanı sıra ulaştırma işleviyle sosyal yaşam koşullarının
merkezindeki önemli unsurlardan biridir. Ayrıca, Alevilikte ulviyete nail olmuş kişilerin at donuna girip tayy-i
mekân ve tayy-i zaman eyledikleri bir mistisizmi görmek mümkündür. İnanç yapısının içerisinde Kırat Semahı
adında bir semah vardır ki bu ritüel, atın mezhep uygulamalarındaki yeri hakkında oldukça belirgin kanıtlar
sunmaktadır.
Alevi inancında yer alan cem ritüelinde semahların içeri ve dışarı semahlar olarak iki şekilde
kategorize edildiği bilinmektedir. Tanrısal bilgiyi içeri semahlar sembolize ederken; dışarı semahlar toplumsal
durumları temsil etmektedir. Bu çerçevede Kırat semahı, içeri semahlardan biri olarak görülür (Kenanoğlu ve
Onarlı, 2003).
Alevilikte önemli konumda olan unsurlardan bir diğeri de Hz. Ali’nin atı Düldül’dür. Hızından ve
atikliğinden dolayı bu ata “kirpi” anlamına gelen Düldül adı verilmiştir. Rivayetlere göre Düldül, Mısır
hükümdarı Mukavsız tarafından Hz. Muhammed’e hediye edilmiş; Hz. Muhammed, Düldül ile birçok savaşa
girmiş ve daha sonra Düldül’ü Hz. Ali’ye bağışlamıştır. Düldül’ün hızı ve atikliğinden başka diğer bir özelliği
de bir insan kadar anlayışlı olmasıdır. Onun bu niteliği, rivayetlerde yoğun bir şekilde yer alırken Hz. Ali’nin
cenknâmelerinin çoğunda da Düldül’e rastlamak mümkündür. Kul Himmet Düldül’ün bahsi geçen bu
özelliklerini Huda kân emrinde, kaf ile nun da/Bunu bilmek gerek çarh-ı gerdünde/Zülfikar elinde, düldül
altında/Cesareti Murtaza’ya verdiler (Atalay, 1991: 139) mısralarıyla işlemiştir. Savaşlarda Hz. Ali’nin en
büyük yardımcısı ve koruyucusu (Yardım, 1994: 20) olan bu atın Anadolu sahasında ayak izlerinin
görüldüğüne dair inanışlar bulunmaktadır. İnanışa göre Düldül, bir kaya üzerine ya da bir oyuğa ayak izini
bırakmıştır ve onun ayak izinin olduğu yerlerde bolluk ve bereketin olacağı inanışı mevcuttur (Günay, 2007). At simgeselliğinin geçtiği önemli bir anlatı da Miraç anlatısıdır. Hz. Muhammed, Burak adlı binek ile
miraca yükselmiştir. Bu durum Alevilikte yoğun şekilde işlenen konulardandır. Kul Himmet, Burak adlı atın bu
sembolik boyutunu Gökten yere indirdiler Burağı/Hû deyince yakın eyler ırağı/Dünyadan ahrete yanar
çerağı/Öğlen namazını kıldığım zaman (Aslanoğlu, 1997: 98) mısralarıyla ele almıştır.
At simgeselliği ile ilgili önemli sembollerden biri de Hz. Hızır’ın boz atıdır. Hızır, boz atıyla dünyayı
kısa bir sürede arş edebilecek mazhariyete sahiptir (Ocak, 1985: 115) Bu bağlamda, Hızır’ın atının özellikleri
Hz. Ali’nin atı Düldül’ü anımsatır. Kul Himmet, Hz. Hızır’ın boz atınının bahsi geçen niteliklerini Alçakta
yücede yatan erenler/Ayrılık derdinin dermanı nedir/Önümüzce giden bozatlı Hızır/Ayrılık derdinin dermanı
nedir (Aslanoğlu, 1997: 118) mısralarıyla tasvir etmiştir.
Turna
Birçok inanç sisteminin içerisinde kendine yer bulan turna, genellikle mitik karakterli bir kuş olarak
karşımıza çıkar. İlk olarak turna ismine değinmekte yarar vardır. Turna, Türk coğrafyalarında Tanrı manasına
gelen tur kökünden türemiştir. Tur kelimesinin sahip olduğu anlamdan dolayı turnanın tanrısal bir hüviyeti
bulunmaktadır ve dolayısıyla turnanın Tanrı’nın habercisi olduğu inancına dair Türk âleminde sözlü bilgiler
yer almaktadır (Gerek, 2014: 104). Yakut Türkleri, göğün üçüncü katında Tanrı’nın göçmen kuşlardan bir
topluluk kurduğuna yedi genç kadının ve bu kadınların kızlarının daha sonra insan olmak ve çocuk doğurmak
üzere turna şeklinde dünyaya indiğine inanmışlardır. Ayrıca, Turna kuşu Yakut Türklerinde halkın koruyucu
atası misyonunu üstlenen kutsal bir kuş olarak karşımıza çıkar (Roux, 2005). Şamanizm’de ise şaman, kendini
kötü ruhlardan korumak için turna tüyü takar ve yükselme esnasında kendi etrafında döner. Genellikle bir
hayvanı taklit eden şaman, dans aracılığıyla vecd hâline girer. Taklit edilen hayvanlar arasında turna kuşu da
vardır. Bu bilgilerden hareketle turnanın birçok yörede Turna barı, durna barı, turnalar adıyla geleneksel halk
danslarına kaynaklık etmesi dikkat çeken bir noktadır (Gerek, 2014). Alevi inancındaki turna tezahürünün eski
Türk inanç sisteminde kutsal turna tezahürüne yakınlık göstermesi de mühim konulardandır. “Alevi inancında
geçmişten sonsuzluğa giden yolda, yoklukta varlığın sırrına nail olmuş olan turnayı cem ritüellerinin temeline
yerleştirmişlerdir ki buna Turna Semahı adını vermişlerdir. Bu bağlamda, turna Allah aşkıyla yola giden ikrar
sahibinin canı; turna sürüsü ise tek bir vücut ile ilahi aşk için yola koyulan yani semah dönen canları ve cem
ayinini temsil etmektedir. Aleviler, turnanın Tanrı’ya ulaşmak için sürekli yol katettiğine ve yine ölümsüzlüğün
turnaya has bir şey olduğuna inanmışlardır.” (Elçin 1997). Tıpkı şamanın turna taklidi yaparak vecd hâline
girip Tanrı’ya yaklaşması gibi Aleviler de Turna Semahında turna figürleri sergileyerek Tanrı’ya yakın olmayı
hedeflerler. Kul Himmet, Alevi inancındaki turna sembolizmini Turna gibi kanadı var yolu var/Fizahı var,
firkati var, ünü var/Ölümün elinden çokça gamı var/Göremedim Pirimi, dertliyim dertli (Öztelli, 1996: 27)
mısralarıyla tasvir etmiştir.
Alevi inancında aslandan sonra Hz. Ali’yi temsil eden bir diğer hayvan ise turnadır; turnanın sesi Hz.
Ali’nin sesi olarak düşünülür. “Göç ederken selam götürür ve selam getirir. Yine Aleviler turnanın sesini Hz.
Ali’nin selamı olarak algılarlar” (Temizkan, 2014: 167). Bu açıdan, Kul Himmet Hz. Ali’nin sesini duymak
istediğini ancak Hz. Hz. Ali’nin turna donuna girip uçtuğunu Giderken sevdiğim sesin işitsem/Gökte gönül
turnam uçmuş gibidir (Aslanoğlu, 1997: 120) mısralarıyla sembolik bir çerçevede ele almıştır.
Geyik
Hemen hemen tüm mitlerde ve inançlarda görülen geyik, kimi zaman iyi kimi zaman ise kötü
karakterli bir hayvan olarak karşımıza çıkar. Anlatılan bir menkıbeye göre Hz. Hamza’yı av sırasında bir geyik
izler. Geyik, o esnada dile gelir ve Hz. Hamza’yı yaralı yeğeni Hz. Muhammed’in yanına gönderir. Bu olaydan
sonra Hz. Hamza İslamiyet’e adımını atmış olur (Alkan, 2005). Alevi inancındaki geyik tezahürünün
temellerini İslamiyet öncesi teşekkül eden inançlara götürmek mümkündür. Şamanist dünya tasavvurunda
geyik, şamanın ritüel eylemlerini yürütürken üstüne giydiği elbise olarak betimlenir (Ögel, 1971). Alevilikteki
geyik donuna girmenin ilk örnekleri ise Budist menkıbelerde görülmektedir ve aralarındaki benzerlik dikkatleri
çekmektedir. Bir Budist menkıbesiyle savı güçlendirecek olursak “Buda şahsi isteğiyle muazzam bir geyik olur
ve krala görünür. Amacı kralın dikkatini çekmek, kendini avlatmak ve bahçesinden yediği otların minnetini
ödemektir. Kral geyiği görür, vurmaya kıyamaz ve bir daha avlanmayacağına söz verir” (Çağatay, 1956: 158).
Geyik, Hititler ve Sümerlerde de önemli bir hayvandır. Bahsedilen toplulukların inanç yapılarında geyik, tıpkı
bir insan gibi yaşam sürer ve konuşur. Bu topluluklarda geçen geyik tezahürü, Avrupa’dan Asya’ya birçok
kültürü tesiri altında bırakmıştır. Anadolu’da Hitit ve Sümerlerden etkilenen kültür ise Bektaşiliktir (Eyüboğlu,
1990).
Geyik, Alevi inancında ve kültüründe de yoğun olarak görülen ve kutsallıklar yüklenen
hayvanlardandır. İyi karakterli ve sakin huylu olması, insanları yanlış yoldan alıkoyması ve insanların müşkül
durumlarında yardımlarına koşması Alevi inancındaki geyik algısının temel özelliklerindedir. Mezhepte geyik
ulu ve önder bir hayvandır. Bundan dolayı geyik avlamak yasaktır. Bir kişi geyik avladığında uğursuzlukların o
kişinin peşini bırakmayacağına inanılır (Bozkurt, 1990). Kul Himmet, geyik sembolizmini eserlerinde don
değiştirme unsuru olarak kullanmıştır. Genel olarak, Alevi inancında ulviyet sahibi bir kişinin don değiştirerek geyik biçimine girmesi yaygın görülen bir durumdur. Örneğin; “Alevilikte önemli bir konumda olan Kaygusuz
Abdal ile Gaybî arasında geçen menkıbede Kaygusuz Abdal geyik donuna girmiştir.” (Alkan, 2005: 117).
Ayrıca Kul Himmet’in şiirinde geçen geyiğin üç yüz yıl yaşam sürmesi, ona atfedilen diğer bir kutsiyeti
gösterir. Şair, geyiğin bahsedilen bu özelliklerini İmam Cafer ilmin aldım sakladım/Mürşidin buyruğun haktı
hakladım/Üç yüz yıl da geyik ile otladım/Bir zaman da gezer idim seyranda (Aslanoğlu, 1997: 41) mısralarıyla
ele almıştır.
Arı
Arı ve arının ürettiği bir ürün olan bal, çeşitli inanç sistemlerinde görülen sembolik değere sahip
unsurlardandır. Bu bağlamda, inançlardaki bal sembolizmi ile Alevilikteki bal sembolizminin benzer özellikler
taşıdığı söylenebilir. Örneğin; “Hristiyan inancına göre Hz. İsa’yı temsil eden mukaddes hayvanlardan biri de
arıdır. Bir yandan Hz. İsa bağışlayıcı, cömert ve tatlı dillidir. İnsanı iyiliğe, bilgeliğe teşvik eder. Diğer yandan
da Hz. İsa günahları tartan terazidir, yargıçtır. Bağışlayıcılığı, iyiye, bilgeliğe yönlendirmesi arı ve balı,
günahların teraziliği ise arının iğnesini simgeler.” (Alkan, 2005: 109). Bir başka benzerlik ise Uzak Doğu
dinlerinde/felsefelerinde görülür. Arı ve bal, aklın en üst hâlini ve bilgiyi simgelemektedir. Arı ve bal, bütün
tatlılıkların meydana çıkış noktasıdır ve insan mutluluğunun gerçekleşmesine vesile olan tatlı bir bilgidir. Şii
inancında ise arı ve bal doğrudan Hz. Ali’ye atfedilir. İnanca göre “Allah’ın aslanı Ali, sadece insanlığın değil
aynı zamanda arıların da şahıdır. Ayrıca, arılar Şii tasavvurunda melekleri yahut müminleri temsil etmektedir.
Müminler çiçeklerden bal yapmasını bilen arılara benzer.” (Alkan, 2005: 107).
Alevi inancında arı, mümini; bal ise hakikati simgeler. Hakikate kavuşmanın yolu ise bilgi sahibi
olmaktır. Derviş, irfana kavuştuğu zaman hakikate ulaşır, hakikat ise dervişin mutluluğunun doruk noktasıdır
(Alkan, 2005). Bu doğrultuda, Kul Himmet şiirlerinde arı ve bal sembolizmini Bir zaman türapda yattım/Türlü
çiçeklerden bittim/Arı ile çok bal yaptım/Ballarım Ali çağınır (Aslanoğlu, 1997: 173) dörtlüğüyle işlemiş ve
Hz. Ali sevgisinin sembolik bir anlatım biçimi olarak hakikatin Hz. Ali’de gerçekleştiğini ifade etmiştir.
Arı, Allah’a olan ikrarını vermiştir ve daimî olarak ibadet hâlindedir. Bu bağlamda, Kul Himmet de
şiirinde arının ikrar verdiğini, kendini hakikate adadığını ve bu ikrarında herhangi kimsenin şüphesi var ise
arıya tokat atması gerektiğini belirtmiştir. Arıya tokat atmak ise arının iğnesiyle elini sokması demektir. Kul
Himmet arının bahsedilen bu özelliğini Bir yakın ehli bulursan çek beri/İkrarına lâtm düşmez şek arı
(Aslanoğlu, 1997: 128) mısralarıyla işlemiştir.
Bektaşilikte arı, dervişi; bal da dört kapı kırk makamın sonuncusunu yani hakikati simgelemektedir
(Alkan, 2005). Arının amacı sürekli olarak bal yapmaktır, dervişin amacı ise hakikate ermek olmalıdır. Bu
bağlamda derviş, hakikat yolunda arı gibi çaba sarf etmeli ve ikrar vermelidir. Bektaşilikteki bu durum Kul
Himmet’in şiirlerinde de kendini göstermiştir. Kul Himmet, Hz. Ali’nin kutsallığını Hacı Bektaş’a atfetmiş ve
Hacı Bektaş’ı bal yapan arıya benzetmiştir ve bu durumu Arının yaptığı bala benzersin/Şu garip ellerde
gönlüm eğlersin/Bend edüben ikrarına bağlarsın/Sailin sattığı kul Hacı Bektaş (Aslanoğlu, 1997: 134) ele
almıştır.
Bülbül
Kuş, birçok inanç ve kültür sisteminde önemli boyutlarda işlenen sembolik değere sahip hayvanlardan
biridir. Özellikle mitik bir tasavvurla ele alınan kuş sembolizminin Pers mitolojisinde Simurg, Antik Yunan’da
Phoneix, mistik gelenekte Anka, Hint mitolojisinde Garuda (Meçin, 2020: 334) gibi örnekleri görülür.
Türk mitolojik sisteminde derin boyutlarda işlenen kuş sembolizminde, insanın dünyaya gelmeden
önce bir kuş şeklinde olduğu düşüncesi bulunmaktadır (Roux, 2005). Ayrıca, Gök Tanrı inancında “yırtıcı
kuşlar ve büyük su kuşları Gök Tanrı’nın bir şekli sanılıyor ve bunların önüne atılan yılan ve başka kurbanlar
Gök Tanrısına verilmiş sayılıyordu.” (Esin, 1978: 40). Türk Şamanizm’inde ise şamanın atası bir kuş sayılır ve
şamana göksel yolculukları sırasında yardım eder. Ayrıca kuş tüyleri şamanın elbisesinde en önemli
aksesuarlardan biridir (Eliade, 1998).
Alevi inancında ise kuş sembolizmi önemli boyutlarda işlenir. Bu sembolizmin görüldüğü unsurlardan
biri de bülbüldür. İnançta genel olarak gül/bülbül ilişkisi bağlamında ele alınan bu simgesellikte bülbül, canı;
gül ise cananı temsil eder. Bu bakımdan, İslamiyet öncesi görülen canın ruh olmasıyla benzer bir nitelik taşır.
Ayrıca İslami kültürde gülün Hz. Muhammed’in Miraç’ta yüzünün Allah karşısında terleyip kızarması sonucu
dünyaya düşen bir damla terinin kırmızı bir güle dönüşmesiyle oluştuğu rivayet edilir (Yeniterzi, 1993). Kul
Himmet, Alevi inancında var olan bu sembolik anlatımı Taki Naki Askeri'nin nurundan/Bülbül zar ediyor Ali
sırrından/Din serveri Muhammed'in terinden /Yüzüme sürmeğe gül kerem eyle (Aslanoğlu, 1997: 43)
mısralarıyla tasvir etmiştir.
Alevilikte gül ile sembolize edilen Hz. Muhammed’e bülbül âşıktır. Bülbül, Hz. Muhammed’e
aşkından ve özleminden sürekli ötmektedir. Kul Himmet, sembolik bir yapıda teşekkül eden bülbülün gül yani
Hz. Muhammed için ağlamasını Her sabah her sabah ötüşür kuşlar/Allah bir Muhammed Ali diyerek
/Bülbüller gül için figana başlar/Allah bir Muhammed Ali diyerek (Aslanoğlu, 1997: 84) dörtlüğüyle tasvir
etmiştir. Alevilikte vahdet-i vücûd felsefesinin bir yansıması olarak karşımıza çıkan Allah’ın bir tecellisi
olarak Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi bir görmeleri ve devamında “Tanrı’dan insana evrilen, insanı önceleyen
ve din algılarının temeline insanı yerleştiren” (Sarıkaya, 2017: 13) bir algının görülmesi durumu, Kul
Himmet’in şiirlerinde de işlenmiştir. Kul Himmet şiirlerinde Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin bülbül ile sembol
edilmesinin dışında ikrar veren kişileri de bülbül ile temsil etmiştir. Buna bağlı olarak Kul Himmet, eserinde
Sebbü‘l Mesani‖ kitabın okusan/Türablıktan a‘lâ yol mu bulunur/Bülbül olsam dört kapıda şakısam
Türablıktan a‘lâ yol mu bulunur (Baygül, 1999: 171) mısralarıyla kendini bir bülbül olarak sembolize etmiş ve
hakikate ulaşmak için dört kapı kırk makam aşamalarına katılmak istediğini belirtmiştir.
SONUÇ
Bu çalışmada, Alevilerin kutsal kabul ettiği Yedi Ulu Ozan’dan biri olan ve Aleviler için şiirleri deyiş
niteliği taşıyan Kul Himmet ekseninde, Alevi inancındaki hayvan sembolizmi konusu ele alınmış ve Kul
Himmet’in şiirlerinde at, aslan, geyik, turna, arı ve bülbülün sembolik değerler yüklenerek işlendiği tespit
edilmiştir.
Bu semboller, genel olarak Hz. Ali çevresinde teşekkül ederken aslan cesareti ve adaletiyle, turna ise
sesi ile Hz. Ali’yi temsil etmiştir. Ayrıca turna, Allah aşkıyla yola giren ikrar sahibi canı; turna sürüsü ise tek
bir vücut ile ilahi aşk için yola koyulan yani semah dönen canları ve cem ayinini sembolize etmiştir.
At, özellikle Hz. Ali’nin atı Düldül etrafında şekillenmiş ve yardımcı kutsal nitelikli bir varlık olarak
sembolik boyutlarda ele alınmıştır. Ayrıca Hz. Hızır’ın boz atı, Hz. Ali’nin atı Düldül ile benzer özellikler
göstererek Kul Himmet şiirlerinde işlenmiştir.
Alevilikte bülbül ve gül birbiriyle ilişkili yapıda, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi sembolize etmiştir.
Ayrıca bülbül, vahdet-i vücûd felsefesinin bir yansıması olarak ikrar veren ve hakikate ulaşmak isteyen kişileri
sembolize etmiştir.
Geyik ve arı ise genel olarak Alevi ibadetleri ve tabuları bünyesinde bulunan kutsal hayvanlar olarak
Kul Himmet’in şiirlerinde yer almıştır. Geyik, avlanması yasak olan ve genel olarak ulu kişilerin geyik donuna
girmesi etrafında şekillenmiş; arı ise inançta Allah’a ikrarını vermiş, kendini hakikate adamış ve sürekli ibadet
hâlinde olan müminleri simgelemiştir.
Alevi inancındaki hayvanların sembolik kullanım yoğunluğunu İslami inanç dairesi oluşturmuştur. Bu
yoğunluğun temellerinin atılmasına aracı olan diğer unsurlar ise Türklerin eski inanç sistemlerinden Gök Tanrı
inancı, Şamanizm felsefesi olmuştur. Bunun dışında Alevi inancında belirli ölçülerde Hristiyanlık, Budizm,
Maniheizm, Mitraizm inançlarına benzerlik gösteren sembolik değerlerin var olduğu görülmüştür. Asırlardan
beri süregelen hayvan sembolizmi, inançtaki varlığını devam ettirmiş ve Türk kültürel yapısında belirgin bir
konuma sahip olmuştur.
Yazarlık Katkısı
Alevi İnancında Hayvan Sembolizmi: Kul Himmet Örneği adlı çalışma, Çetin Dursun ve Baki Bora
Hança tarafından yazılmıştır. Makalede Çetin Dursun’un %60, Baki Bora Hança’nın %40 katkısı
bulunmaktadır.
Etik Kurul Onay Bilgileri
Bu araştırmanın verileri doküman incelemesine dayalı olarak toplandığı için etik kurul onayı
gerektirmemektedir.
KAYNAKÇA
Alkan, E. (2005). Sayılar ve Hayvan Simgeleriyle Alevi Mitolojisi. İstanbul: Kaynak Yayınları.
Aslanoğlu, İ. (1997). Kul Himmet. İstanbul: Ekin Yayıncılık.
Baygül, N. (1999). Tokat ve Divriği Kaynaklı Cönkler, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), (Danışman:
Yrd. Doç. Dr. Doğan Kaya), Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Aytaç, G. (2016). Genel Edebiyat Bilimi. Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Bozkurt, F. (2006). Buyruk. İstanbul: Kapı Yayınları.
Çağatay, S. (1956). Türk Halk Edebiyatında Geyiğe Dair Bazı Motifler. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı -
Belleten, 0(4), 153-177.
Çoruhlu, Y. (2014). Türk Mitolojisinin Ana Hatları. İstanbul: Kabalcı Yayınları.
Çoruhlu, Y. (2015). Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi. İstanbul: Seyran Kitap.
Deveci, Ü. (2021). Alevîlik ve Bektaşîlikte Hayvan Sembolizmi. (Haz.: Sarı, H. ve Koşar, Y.) Hacı Bektaş-ı
Velî İçinde. (s. 388-405). İstanbul: Ihlamur Kitap.
Develioğlu, F. (2010). Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara: Aydın Kitapevi Yayınları.
Elçin, Ş. (1997). Halk Edebiyatı Araştırmaları. Ankara: Akçağ Yayınları.
Eliade, M. (1998). Şamanizm. Ankara: İmge Yayınevi.
Esin, E. (1978). İslamiyet’ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve İslam’a Giriş. İstanbul: Edebiyat Fakültesi
Matbaası.
Eyüpoğlu, İ. Z. (1990). Tanrı Yaratan Toprak: Anadolu. Ankara: Der Yayınları.
Gerek, Z. (2014). Eski Türk İnançlarının Tavuk ve Turna Barındaki İzleri. Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi,
(32), 99-112.
Gölpınarlı, A. (2013). Kaygusuz Abdal, Hatayî, Kul Himmet. İstanbul: Kapı Yayınları.
Gültepe, N. (2012). Türk Mitolojisi. İstanbul: Resse Yayıncılık.
Günay, V. (2007). Eski Türk İnanışlarından İslâmî Bir Görüntü: Türk Kültür ve Coğrafyasında Hz. Ali’ye
Atfedilen İzler, I. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Kurultayı-III Bildiri Kitabı 9-15 Nisan 2006 (s.
997-1015), Ankara: Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü Yayınları.
Kaşgarlı, M. (2018). Dîvânü Lûgati’t-Türk, (Tıpkıbasım, 1. Cilt). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Kenanoğlu, A. ve Onarlı, İ. (2003). Hubyar Sultan Ocağı ve Beydili Sıraç Türkmenleri. İstanbul: Hubyar
Sultan Kültür ve Tanıtma Derneği.
Kızıl, H. (2013). Hint ve İran Mitolojilerine Göre “Mitra”. e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi, 0(10), 26-40.
Köprülü, M. F. (2007). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara: Akçağ Yayınları.
Meçin, M. (2020). Felsefe ve Tasavvufta Sefer Metaforu: Aklî ve Manevî Yolculuk. İlahiyat Tetkitleri Dergisi,
0(54), 329–353.
Ocak, A. Y. (1985). İslâm Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınları.
Ögel, B. (1971). Türk Mitolojisi. Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Özcan, S. (2011). Kul Himmet’in Şiir Dünyası, Gelenek, Etkileşim ve Eğitim. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), (Danışman: Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı), İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Enstitüsü.
Öztelli, C. (1996). Pir Sultan’ın Dostları. İstanbul: Özgür Yayınları.
Roux, J. P. (2005). Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Sarıkaya, M. S. (2017). Alevilik-Bektaşiliğin Tasavvufi Boyutu Üzerine. Türk Kültürü ve Hacı Beştaş Veli
Araştırma Dergisi, 0(82), 9-23.
Tek, R. (2016). Kul Himmet’in Şiirlerinde Alevî-Bektaşî İnanç Sisteminin Temellerine Dair Bazı Yansımalar,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 0(77), 271-289.
Temizkan, M. (2014). Türk Kültüründe ve Alevi-Bektaşi İnancında Turna. Milli Folklor Dergisi, 13(101), 162-
170.
Turan, M. (1994). Kul Himmet. Ankara: Günorta Yayınları.
Ulansey, D. (1998). Mitras Gizlerinin Kökeni-Antik Dünyada Kozmoloji ve Din. İstanbul: Kanaat Matbaası.
Uraz, M. (1992). Türk Mitolojisi. İstanbul: Mitologya Yayınları.
Yardım, A. (1994). Düldül Maddesi,. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (10. Cilt ) İçinde (s. 20-21).
Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları.
Yeniterzi, E. (1993). Divan Şiirinde Na’t. Ankara: TDV Yayınları.
Çetin Dursun
Doktora Öğrencisi / Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Türk Halk Edebiyatı
Anabilim Dalı
Dr. Öğr. Üyesi Baki Bora Hança
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, Türk Halk
Edebiyatı Anabilim Dalı